Mevlâna’nın Öldüğü Güne Ne Ad Verilir? Eleştirel Bir Bakış
Mevlâna Celaleddin Rumi’nin öldüğü gün, yani 17 Aralık, Türkiye’de her yıl “Şeb-i Arus” olarak anılır. Peki bu gerçekten doğru mu? Yani, bir insanın ölüm günü, aşk ve birliktelik kutlaması olarak nasıl algılanır? Şeb-i Arus, kelime anlamı olarak “Düğün Gecesi” demektir. Bu kavramın anlamı üzerine düşündüğümüzde, karşımıza çok katmanlı, tartışmaya açık bir konu çıkıyor. Kimi insanlar için Mevlâna’nın öldüğü gün, aşkın ve ilahi birlikteliğin kutlandığı özel bir an, kimileri içinse, ölümün ve kaybın üstesinden gelmek için bir ritüel haline gelmiş bir etkinlik. Ancak bu yaklaşımın ne kadar derin ve doğru olduğunu sorgulamak gerekiyor. Hadi, Mevlâna’nın ölümünü bir kutlama günü olarak görmek neden yerinde bir bakış açısı, neden değil, bunları masaya yatıralım.
Şeb-i Arus: Aşkın ve Birliğin Sembolü Mü?
Mevlâna, yaşamı boyunca insanları sevgiye, hoşgörüye, birliğe ve aşkın gücüne çağırmıştı. Bu anlayışa göre, ölüm bir son değil, tam tersine ilahi aşkla buluşmanın, sonsuz birliğe kavuşmanın başlangıcıdır. Şeb-i Arus, Mevlâna’nın ölümünü bir düğün gecesi gibi görmek, onun aşkı ve insanlığa verdiği mesajı vurgulamak amacı taşıyor.
Bunu, genellikle çok romantize ettiğimiz bir bakış açısı olarak görmek mümkün. “Mevlâna’nın ölümü, aşkın yüceliği” gibi bir söylem kulağa hoş geliyor ve bu bakış açısını sevmek kolay; ama bir yandan da şunu soruyor insan: Ölüm gerçekten de sadece bir “kutlama” mı? Bir insanı sevmenin, onun vefatını nasıl kutlayabiliriz? Tabii ki Mevlâna’nın mesajına saygı göstererek, onun ölümünü kutlamak bir saygı ifadesi olabilir ama gerçeklikten ne kadar uzaklaşıyoruz?
Ölüm, bir düğün gecesi gibi kutlanabilir mi, yoksa bu tür bir romantizm, bir nevi acıdan kaçış mı? Düşünmek gerek. “Sevgiyle, aşkın gücüyle ölümü kutlamak” kulağa hoş geliyor olabilir ama acaba bu, ölümün gerçekte anlamından kaçmak mı?
Şeb-i Arus’un Zayıf Yönleri: Mevlâna’yı Tüketmek
Şeb-i Arus’un popülerleşmesiyle birlikte, Mevlâna’yı kutlamak isteyenler, onun fikirlerini anlamak yerine yüzeysel bir kutlama havasına bürünmüş durumda. Bugün, 17 Aralık’ta yapılan etkinliklerin büyük bir kısmı, Mevlâna’nın gerçek öğretileriyle ne kadar örtüşüyor, bunu sorgulamak zor. İnsanlar Mevlâna’yı “aşkı ve sevgiyi kutlayan bir adam” olarak hatırlıyor ama peki onun öğretilerindeki derinlik ve felsefi mesajlar, gerçekten gündemde mi?
Son yıllarda, Mevlâna’nın adı, bir turistik pazarlama aracı gibi kullanılmaya başlandı. Konya’da düzenlenen törenlerde ve etkinliklerde, Mevlâna’nın ölümünü anarken, çoğu zaman onun gerçek mesajı bir kenara bırakılıp, sahne şovları ve ticari amaçlar ön plana çıkıyor. Bu da şunu düşündürüyor: Mevlâna, ne yazık ki zamanla bir pazarlama figürüne dönüştürülmüş olabilir. Onun felsefesine ve öğretilerine saygı duyan insanlar, bir şekilde Mevlâna’yı ve onun mirasını popüler kültürün sığ sularına çekmektense, derinlikli bir şekilde anlamayı tercih etmeli.
Böylece, “Mevlâna’nın öldüğü günün kutlanması” düşüncesi, biraz da tüketim toplumunun etkisinde kalmış bir çabaya dönüşüyor. Bu etkinliklerin çoğunda, Mevlâna’nın öğretilerini keşfetmek yerine, sadece görüntü ve eğlence odaklı bir kutlama yapılıyor. Gerçekten derin bir sevgi ve anlayışla kutlanan bir gün mü, yoksa sadece kutlama alışkanlığı mı? Bu soruyu sormak gerekiyor.
Mevlâna’nın Öğretilerine Saygı Göstererek Ne Yapmalıyız?
Mevlâna’nın ölümünü kutlarken, onun öğretilerini de yaşatmak önemli. Aşk ve hoşgörü, onun felsefesinin temel taşlarını oluşturuyor; fakat bunlar, sadece bir gün için geçerli olmamalı. Mevlâna’nın öğretilerine saygı göstermek istiyorsak, yalnızca 17 Aralık’ta değil, her gün insanlara sevgi, hoşgörü ve anlayışla yaklaşmalıyız.
Mevlâna, ölümün sadece bir geçiş olduğunu ve her zaman birlik içinde yaşamanın önemini vurgulamıştır. Ancak bugün, onun ölümünü bir kutlama olarak görmek, ölümün gerçek anlamını görmezden gelmek anlamına gelmiyor mu? Aslında, ölüm bir son değildir, ama o günün her yıl kutlanması, ölümün anlamını yüzeysel bir şekilde ele almak gibi bir şey olabilir. Belki de Mevlâna’nın felsefesi, sadece bir günde değil, hayatın her anında yaşatılmalı.
Sonuç: Şeb-i Arus’a Bakış Açımızı Gözden Geçirelim
Sonuçta, Şeb-i Arus, Mevlâna’nın hayatını ve öğretilerini anlamak için bir fırsat olabilir, ancak bu kutlamaların derinlemesine düşünülmesi gerekiyor. Mevlâna’yı kutlarken, sadece onun ölümünü değil, ölümün ötesindeki varoluşsal anlamı da göz önünde bulundurmalıyız. Aksi takdirde, Mevlâna’nın ismi, ölümünden çok sonra bile tüketilecek bir ürün haline gelebilir. Onun öğretilerine saygı göstermek ve derinlemesine anlamak, sadece bir günle sınırlı kalmamalı.
Peki, sizce Mevlâna’nın ölümünü kutlamak, onun öğretilerini anlamaktan daha mı kolay? Yalnızca bir gün boyunca “aşkı” ve “hoşgörüyü” hatırlamak mı, yoksa bu öğretileri her gün yaşamak mı daha değerli? 17 Aralık, sadece Mevlâna’yı anmak için mi, yoksa gerçekten onun felsefesini hayatımıza katmak için bir fırsat mı?